Burjuva'nın Dönekliği...

24 Haziran 2010 Perşembe

| 0 Ahkâm
Aslında bu yazıya tam olarak nereden başlayacağımı bilemiyorum. Beynimde harekete geçmeye çalışan fikirleri bir türlü kâğıda dökemiyorum. En iyisi Burjuva’nın kendi devrimsel sürecindeki felsefesinden başlayalım…
Burjuva, kendi devrimsel sürecinde, bilgiye aç bir hayvan gibiydi. Evrendeki her sorunun çözümlenebileceğini, her şeyin bir nedeni ve çözümü olduğuna inanıyordu. Yani insanları düşünmeye yitiyordu. Evet, doğru, her şey bu yıllarda çok güzeldi.

Burjuva devrimcileri, kendilerini coşku ve heyecana teslim etmişti. Kendilerini yenilmez olarak görüyorlardı, devrim sürecinde en ufak bir sorunun çıkmayacağına inanıyorlardı. Bunu pekiştirmek için, Burjuva yazarı olan Camille Desmounlis’in bir sözünü yazalım.

“ Ne mutlu! Evet, ne mutlu! Bu hayırlı devrim tamamlanacak; yeryüzünde hiçbir güç bunu önleyecek durumda değildir. Felsefenin, hürriyetin ve yurtseverliğin yüce etkisinin sonucu! Yenilmez olduk! (Hürriyetin Birinci Yılı / Albert Soboul’un kitabı.)

Gördüğünüz gibi Burjuva devrimcileri, şarabın etkisiyle coşkuya kapılmışlardı. Hürriyet’in ilk yılları mükemmel geçiyordu. Her şey çok güzeldi… Bilim ve Felsefe sokaklarda dolaşıyor insanların arasına girip insanlarla kaynaşıyordu… Fakat bu süreç pek uzun sürmedi…

Bir asır geçmişti, artık Burjuva devrimcileri birer azılı katildi. İşçilere baskılar yapıyorlardı. İşçileri kurşuna diziyorlardı. 18.yy da devrimciyken, 19 yy da muhafazakar bir gericiydi…

Devlet adamı olan, burjuva çıkarlarını proletaryaya karşı savunan Bay Thiers, burjuvanın dönekliğini ve gericiliğini şu sözlerle rahatça ortaya koyuyordu:

“Ah! Şayet eskisi gibi olsaydı: okullar papazların ya da yardımcılarının yönetiminde olmaya devam etseydi, o zaman halkın çocuklarının yararına olarak, okulların gelişmesine, çoğalmasına hiç de karşı çıkmazdım… Açık ve kesin olarak, pek çoğu iğrenç kimseler olan ilkokul öğretmenlerinin yerine başka şey istiyorum. Bir zamanlar onlara karşı güvensizlik göstermek gibi bir davranışta bulunmuş olmakla birlikte, din adamları istiyorum. Papazın etkisinin güçlü, her zamankinden daha güçlü olmasını istiyorum.”( Okul Sorunu ve Falloux Kanun” adlı kitaptan alıntıdır. )

Bu zamandan sonra burjuva, kendi çıkarları doğrultusunda dünyanın tüm işçilerine, köylülerini ve çiftçilerini kendi çıkarları için kullandı. Bu kullanışa ayaklanan emekçileri kurşuna dizdi.(14 Temmuz 1953’teki gibi) Burjuva artık bir devrimci değildi, gerici bir azılı katildi. Dünyanın tüm kaynaklarını aç bir köpekmiş gibi kurutuyordu. Durmuyordu, çünkü burjuva doyumsuz bir hayvandı. Kendinden başka hiç kimseyi düşünmüyordu. Kendi çıkarları, kralı olmuştu. Yön veren beyni değil, egoist arzusuydu.

Artık bilim ve felsefe sokağa inemiyordu. Kapıdan dışarı adımını atamıyordu. Baskı ve zulüm onları da korkutmuştu…
19.yy kapitalist düzende artık şu felsefe uygulanıyordu:



“Toplum bir ormandır ve her zaman böyle kalacaktır. O halde gemisini kurtaran kaptandır! Başkasının seni yemesini istemiyorsan sen başkasını ye! İşçi, ücretlerinizi hep birlikte savunmak için iş arkadaşlarınla birleşmektense, sen iş arkadaşlarına rağmen, onların zararına olarak patronun gönlünü kazanmaya çalış. Sekreter, patronun gönlünü kazanmaya çalış. Sekreter, zararına olarak patronun gönlünü kazanmaya çalış. Sekreter, patronun metresi olmaya çalış; böylece hayatına renk katarsın! Başkalarından sana ne? Ne halleri varsa görsünler!”

Burjuva artık tüm yayın organlarına elini uzatmıştı. Aklınıza gelebilecek her şeye hükmediyordu. Gençlik dergilerinde artık şu söylemler yer alıyordu:

“Tanrım! Başımıza gelenlerin nasıl ve neden geldiğini her zaman bilmeye çalışmak zorunda mı kalacağız? Adaletsizlik her gün işlenen bir suçtur ve kuvvet haktan önce gelir!” (Emekçi çocukları için çıkardığı sayısız dergilerden biri olan “Super-boy”dan alıntıdır.)

Burjuva artık her yayın organında, emekçi halkın fakir olmasını kadere bağlıyordu. Bir çözüm olmayacağını, ayaklanmanın boşuna olduğunu dile getiriyorlardı. Artık emekçiyi düşünmemeye teşvik ediyordu. Bu da gelir, bu da geçer hesabı.

İşte burada emekçiye düşen tek bir görev var. Ödevini yapmak. O ödev, kendine uygun olan felsefeyi öğrenmek ve ayaklanmak!

Bu fikirleri bana aşılayan Politzer’e sevgilerle…

Dünyanın tüm kadınları uyanın ve ayaklanın!

| 0 Ahkâm
























Kadının ufkunu genişleterek güçlendirin aklını; körü körüne itaat sona erecektir; ancak, iktidar her zaman körü körüne itaate ihtiyaç duyduğundandır ki zorbalar ve şehvet düşkünleri, haklı olarak karanlıkta tutmaya çalışırlar kadını; çünkü bunlardan birincisinin tek istediği bir köledir, ikincisinin istediği ise elinde tutacağı bir oyuncak.

Mary Wollstonecraft

Tayyip'e ayakkabı fırlatma zevki

| 0 Ahkâm

Bugün o ormana yürüyorum bende...

22 Haziran 2010 Salı

| 0 Ahkâm


















Bugün o ormana doğru yürüyorum bende…
Hiç olmadığım kadar hızlıyım bugün, inanın bana…
Evet, onlar bilinçli olmak için gitti oraya, o mağaraya…
Aklımdan geçen şeyler var, düşüncelerimden oluşmuş nehirlerde kutsandım ben…
Gitmeseydim her şey sarpa saracaktı, üzgünüm.
Kuyunun dibinde yaşam sonsuz değildi.
Bir gün öldüğümde,
Hiç yaşayamadım demekten korktum.
Elveda demiyorum bugün, merak etme.
Tabiatın tecavüze uğramamış kısımlarında bir yaşam, bana paha biçilen…
Beni bekleyen şeyler var, hiç olmadıkları kadar heyecanlılar zilin çalmasını bekleyenler...

Hayata dönüş operasyonu: UNUTTURMA!

| 0 Ahkâm

Irkçılığa hayır!

20 Haziran 2010 Pazar

| 0 Ahkâm


















2 siyah arkadaşı bir kıza tecavüzle suçlayıp astılar; fakat işin gerçeği öyle değildi. Kıza tecavüz eden kişi, kızın öz amcasıydı.
Bu olay ABD'de yaşanmıştı.

Her eve üç çocuk, devlet rahminizde! (çıkartma)

| 0 Ahkâm

Kıçım ağlıyor tuvalet deliğine!

19 Haziran 2010 Cumartesi

| 0 Ahkâm










kıçım ağlıyor tuvalet deliğine!
sel suyu gibi boşalırcasına!
sağanak yağışlı bugün midem!
ve karın ağrısıda mehteren marşı gibi...
odamda yalnız ve yalnız ben,
3 adım ileri , 2 adım geri.
ne anladık hayattan,
yokuşu tırmanırken yahya gibi kıvranmaktan,
nefes almak için bir taburede,
bir cigara yakıp,
dumanınyla zevke boğulmak.
zevk demişken,
cennetten 2 huri...
afrodizyak etkisi yapan,
tütsü aldım bugün pazardan...
eğlenceli günler beni beklerken,
ben yine mütadiyen ağlamaklı.
ağlamak demişken,
hiç benle olmamış sevgilim aklıma geliyor.
bir çekirdek,
bir kola,
oh yazıda geçirdik.
sıra sonbaharda,
sonbahar demişken,
ağaçların yaprakları sarardı,
sigaramın dumanından...
ve ben gene bir nehir kıyısında,
nehir demişken,
sel abicim sel!
kaptımı götürenlerden,
tecavüz edip bırakanlardan...
ve bir gün ant içtim bu vatan için,
hiş bir şey yapmamaya!
ve bir gün ulusal bir marş eşliğinde sex yapmaya!
ulusal marşın tek yararı,
beethevon'a afrodizyak etkisi yapması!
gene içiyorum,
dal daşşak ortalıkta...
balkondan bağırıyorum:
" hey aşağadikler , aşağıdan ufaklığım görünüyor mu? "
aşağıdakiler nefretli gözlerle bakarken,
ben onları yağmura tutuyorum...
yağmuru sevenler,
birden yağmurdan kaçar oluyorlar...
ve bir gün daha sona erdi,
ve ben gene mütadiyen ağlamaklı...
ve bir gün gelecekki,
yaşamım sona erecek!
o zamana kadar,
çek azabı yarab!
Bir açıklama ekle
kıçım ağlıyor tuvalet deliğine!
sel suyu gibi boşalırcasına!
sağanak yağışlı bugün midem!
ve karın ağrısıda mehteren marşı gibi...
odamda yalnız ve yalnız ben,
3 adım ileri , 2 adım geri.
ne anladık hayattan,
yokuşu tırmanırken yahya gibi kıvranmaktan,
nefes almak için bir taburede,
bir cigara yakıp,
dumanınyla zevke boğulmak.
zevk demişken,
cennetten 2 huri...
afrodizyak etkisi yapan,
tütsü aldım bugün pazardan...
eğlenceli günler beni beklerken,
ben yine mütadiyen ağlamaklı.
ağlamak demişken,
hiç benle olmamış sevgilim aklıma geliyor.
bir çekirdek,
bir kola,
oh yazıda geçirdik.
sıra sonbaharda,
sonbahar demişken,
ağaçların yaprakları sarardı,
sigaramın dumanından...
ve ben gene bir nehir kıyısında,
nehir demişken,
sel abicim sel!
kaptımı götürenlerden,
tecavüz edip bırakanlardan...
ve bir gün ant içtim bu vatan için,
hiş bir şey yapmamaya!
ve bir gün ulusal bir marş eşliğinde sex yapmaya!
ulusal marşın tek yararı,
beethevon'a afrodizyak etkisi yapması!
gene içiyorum,
dal daşşak ortalıkta...
balkondan bağırıyorum:
" hey aşağadikler , aşağıdan ufaklığım görünüyor mu? "
aşağıdakiler nefretli gözlerle bakarken,
ben onları yağmura tutuyorum...
yağmuru sevenler,
birden yağmurdan kaçar oluyorlar...
ve bir gün daha sona erdi,
ve ben gene mütadiyen ağlamaklı...
ve bir gün gelecekki,
yaşamım sona erecek!
o zamana kadar,
çek azabı yarab!..

Benim küçükken mızıkam vardı.

18 Haziran 2010 Cuma

| 0 Ahkâm
Benim küçükken mızıkam vardı,
Ağzımdan eksik olmayan şarkı sözlerim…
Aşklarım vardı benim, hiç olmamış ve bir o kadar gerçekçi.
Hayalimde yaşattığım evli kadınlar vardı.
Nazi Almanya’sın da homoseksüel arkadaşlarım…
Vatikan’da bir Müslüman kadınla çıkmıştım.
Tel-Aviv’de Gazzeli bir çocukla sokakları dolaşmışlığımda var…
New York’ta ırak tişörtü giydiğimde olmuştur…
Madımak otelinde ateist yazar olarak bulunmuşluğumda…

Sisteme karşı ayaklandığım için, babamdan öğüt dinlediğimde olmuştu.
Halı desenlerini inceleyerek, kaybedilen zamanın telafisi yoktu o öğütlü vakitlerde…
Her şeye aykırı olmakla birlikte, çok uslu olmaya çalışmışlığımda vardır.
Orta parmakla olan düzeyli ilişkimden sonra, çocuklarımın olmamasından yakınmışlığımda…

Her seferinde yeni şeyleri denemekten bıkmayan bir çocuk iken, aşık olmuşluğumda vardır.
Aslında o kadını çok sevmişimdir.
İlk sürtüğümdü, kıymetlimdi.
Acı çektiğim konular arttıkça, yaralarım benden önce doğmaya başladı.
Ben sadece bir taşıyıcıydım.

Bandista’ya selam olsun!

Bir gün aynaya baktığımda karşılaştığım insan kıyafetine hayran kalmıştım.
Hemen bir mağazaya gidip biraz daha aldım.
Kapitalist sistemin orospusu olmak benim için pahabiçelemez bir zevkti.

Acıdığım günlerde olmuştur kendime,
Bir o kadar Müslümandım da ben…
İsa bana tecavüz etmeden önce…
Sonra mecburen hristiyan oldum.
Klise evliliği ile gelen çocuklarıma teker teker isimler koydum.
Vaftiz babaları Muhammed oldu.

Ve her geçen gün artan aykırı davranışlarımdan dolayı tımarhaneye gitmekle zorlandım.
Anlaşıldı ki ben deli değilmişim, işi deliliğe vurmaya çalışan bir düzenbazmışım.

Viola’yı sevmeden edemedim, rüyalarımda…
Bir adadaydı beklide şuan,
Etrafı yerli halkla çevirili…
Beklide yahnisini yapıyorlardır.

Değinmediğim bir tek konu kalmıştı beklide.
Oda kıçımda çıkan sivilce idi…
Oturmaksızın sıçmak.
Bu anlamsızca şeyleri yazarken bile,
Sıçar posizyondayım efenim.
Bir yandan da sıçmıyor değilim belki de…



Ve ölmeden önceki son sözlerimdir belkide bunlar.
Yakındır ölmem beni sevipte kavuşamayanlar!
Bu baş ağrıları beni öldürecek!

NO WAR !

17 Haziran 2010 Perşembe

| 0 Ahkâm

Elveda dostlar!

| 0 Ahkâm
Fikirlerim var benim, yetim kalmış.
Hayallerim var benim, yarı yoldan dönmüş.
Aşklarım var benim, hiç olmamış.
Memleketim var benim, özgürlük nedir bilmeyen!
Şiirlerim var benim, konusu olmayan!
Hayvanlarım var benim, hiç besleyemediğim!
Duygularım var benim, hüsrana uğratılmış!
Gemim var benim büyük, ama bir o kadar gemicik!

Gidip görmek istediğim çok yer var, hayallerimin bir köşesinde pusuya yatmış.
Sevgili taptığım kadın var, hiç görmediğim ve bir o kadar hissettiğim.
Severmiş tanrı birbirini sevenleri, ben severdim kadınımı, ama tanrı beni hiç sevmedi!
Gecelere küsüm ben, uyku kapımı hiç çalmıyor.
Yorgan altı bir viski saklıyorum, demleniyorum hiç olmayan arkadaşlarımla.
Yazıyorum ben, yazdıklarımın bir o kadarı boş ve duygusuz!

Gitmek istiyorum buralardan, her şeyi geride bırakıp gitmek!
Duygularımı,
Hayallerimi,
Fikirlerimi,
Memleketimi,
Şiirlerimi,
Hayvanlarımı,
Ve hiç binmediğim gemiciğimi bırakıp gitmek istiyorum!

Bir filmdi yolumu aydınlatan belki…
Bir haritaya güzergâhımı çizdim, sevgi götürelecek ilk yer Venedik!
Beklide Shekaspeare’di beni etkileyen Venedik Taciri ile…
Romeo ve Juliet ` e kandım beklide…
Ama biliyorum ki Hamlet gibi arkamdan hançerlendim!

Nietzsche gibi reddedildiğim içindir belki, kadınlara yaklaşımım…
Belki bir Sokrates gibi düşünemedim ben, idealistçe!

Ama ben çok sevdim, beni sevmeye çalışanı…
Duygularımın ötesine bir ev inşa ettim ben,
Birlikte yaşayacağımız…

Nazım Hikmet gibi Piraye’ye âşıktım beklide,
Ama her zaman ikinci bir şahıs yer aldı bu tiyatroda!

Ben sevmeliydim insanları,
Kardeşçe, bir o kadar âşıkça!
Barış türküleri söylemeliydik yorgo ile…
Anmalıydık birlikte sevenlerimizi…

Erdal gibi genç yaşımda öldürülmedim ben,
Fikirlerime zincir vurmadılar belki; ama bir o kadar dört duvar arasında hapistim ben!
Yazmaktan vazgeçmeyişim, yazmaya tutkumdandır belkide…

Çok uzadı bu ayrılık anı,
Hatırlayın beni dostlar!
Fikirlerinizi harekete geçirin!
Kızın, yıkın!
Rejime karşı ayaklanın!
Tehlikeli hale gelin,
Felsefeyi sokağa indirin!
Ve bir o kadar sevin dostlar!
Sevmekten çekinmeyin!
Kadınınız için savaşın,
Savaşırken silahlarınız duygularınız olsun!
Elveda dostlar,
Hatırlayın beni…